Ingmar Bergman ve Mutlaka İzlemeniz Gereken Filmleri
Return to HomepageErnst Ingmar Bergman (1918-2007), İsveç doğumlu bir oyun yazarı ve film yönetmenidir. Bergman, hem İsveç hem de Avrupa sinemasında büyük yankılar uyandırarak tüm dünyaya yayılmış hatta 2005 yılında Time dergisi tarafından “Dünyanın yaşayan en büyük yönetmeni” unvanını almış sıra dışı bir yönetmendir.
Peki Ingmar Bergman’ı bu kadar özel ve sıra dışı yapan nedir?
Bir papazın oğlu olarak dünyaya gözlerini açmış olan Bergman, küçüklüğünden beri kilisedeki figürler ve kilisenin öğretileriyle beraber büyümüş ve büyürken sürekli bu öğretileri sorgulamaya başlamıştır. Bu da ağırlıklı olarak tüm toplumların ortak teması haline gelen inanç, ölüm, yaşam ve ilişkiler gibi konuları filmlerinde çarpıcı olarak yansıtmasına olanak sağlamıştır. Bergman, yapıtlarında en çok kendi hayatını merkeze almıştır. Kendi babasıyla travma haline gelen sorunlarını, çalkantılı ilişkilerini ve aykırı görüşlerini her zaman filmlerine yansıtmıştır. Bu duruma Bergman açısından bakacak olursak bir çeşit içini döktüğü bir defter gibidir onun filmleri!
Genel olarak melankoli çevresinde kurgulanan filmlerinde sıklıkla göreceğiniz temalar varoluş sancıları ve sorgulamaları, tanrı-din-ruh ve kişinin bedenine dair sorunları olacaktır. Ayrıca unutmadan söyleyelim, neredeyse tüm filmleri kafa karışıklığı yaratacak niteliktedir. Filmlerini izlerken çoğu zaman gerçeklikle rüya arasındaki sınırı düşünürken bulabilirsiniz kendinizi. Sonrasında filmin yorumlarını okumanızı tavsiye ederiz.
Sizin için derlediğimiz birbirinden kafa karıştırıcı Bergman filmlerine bakalım beraber!
Det sjunde insegle – The Seventh Seal (1957)

The Seventh Seal yani “Yedinci Mühür” ölüm, yaşam ve inanç hakkında ortaya konmuş en etkileyici ve önemli yapıtlardan biridir. Bu film, Avrupa’da Kara Veba salgının olduğu Orta çağ döneminde uzun zamandır savaşta olan bir şövalyenin memleketine döndükten sonra ölüm ile ansızın karşılaşmasını konu alıyor. Ölümle bir anlaşmaya varmak isteyen şövalye, ölüme kendi hayatı üzerine satranç oynamayı teklif eder. Eğer kazanırsa Ölüm onu rahat bırakacaktır! Bu sahneyle beraber sinemanın en ünlü sahnesi haline gelir, felsefi göndermeleri ve etkileyici görselleriyle en başarılı filmler arasında yerini alır.
Smultronstället – Wild Strawberries (1957)

Wild Strawberries yani “Yaban Çilekleri”, fahri profesör unvanı alacak olan Doktor Isak Borg’un Stockholm’dan Lund’a yaptığı yolculuğu anlatıyor. İnsanlarla tüm iletişimi kesen, soğuk ve bencil olarak adlandırılan Isak Borg’un geçmişine ve gördüğü rüyalara değinen bu film, ölüme doğru yaklaştıkça yapılan ruhsal yolculuk içinde izleyicileri kendi hayatına dair birçok sorgulamaya maruz bırakıyor. Bu yolculukta izleyiciye hissettirmek istediği yalnızlık melankolisini oldukça başarılı bir şekilde yaratan Bergman’ın, erken dönem yapıtlarında bile hayata ne kadar geniş bir pencereden baktığını keşfetmek oldukça etkileyici!
Persona (1966)

Bergman, kendisinin sürekli olarak baş dönmesi yaşadığı ve hastane yataklarına mahkum olduğu dönemde gördüğü hemşire-hasta ilişkisinden ilham alarak yarattığı “Persona” gerçek bir baş yapıttır.
Ünlü bir tiyatro oyuncusu sahnedeyken aniden susması üzerine hastaneye yatar, ardından da yanında bir hemşireyle gözlerden uzak bir eve istirahat için gönderilir. İki kadından biri sürekli sessizken diğeri sürekli konuşmaya ve kendi hayatının sırlarını anlatmaya başlar. Oyuncunun sessizliği, hemşirenin sesiyle sürekli olarak çarpışır ve ortaya en sonunda iki kadının yüzlerindeki maskelerinin yani “personalarının” birbirine girdiği, psikolojinin en derin konularından biri başarılı bir şekilde anlatılır. Bu filmi bir kere izlemek yetmez elbet, hem yorumlarını okumak hem de farklı yaş dönemlerinde tekrar dönüp izlenmelidir!
Höstsonaten – Autumn Sonata (1978)

Autumn Sonata yani “ Güz Sonatı” filminde Bergman, kendi varoluşsal sorgulamalarını farklı duyguların içerisine yerleştiriyor. Umudu, sevmeyi, özlemeyi ve kabullenmeyi filmin ana temasına ustaca yediriyor. Güz Sonatı filmini izlediğinizde annelik ve anne-çocuk ilişkisini göreceksiniz. Charlotte adındaki ünlü bir piyanist kocasının ölümünde geriye kalan boşluğu kızıyla yeniden bağ kurmak için bir fırsat olarak görür. Ancak gittiğinde yıllar öncesinde kliniğe yerleştirdiği diğer kızıyla karşılaşacağından habersizdir. Bu üç kadının yıllar sonra bir araya gelmesinin yarattığı gerilim acaba nasıl sonuçlanacaktır? Mutlaka izlemelisiniz!
İyi seyirler dileriz!